Büyü Nedir ve Zararları & Tedavisi
Büyü (Alm. Zauberei, Hexerei, Fr. Sorcellerie, sortilege, magie, İng. Magic, sorcery), maddî yâhut mânevî menfaat (fayda) sağlamayı veya zarar vermeyi hedef alan hukûken ve dînen meşrû sayılan yollar dışında bir takım kuvvetleri yönlendirmek için yapılan çeşitli gizli, garip işler.
Modern fen ilimleri, büyüyü kendi metodları icâbı olarak reddederler. Bu hâl, o ilimlerin sahâsına girmeyen ve metodlarıyla incelenemeyen şeylerin yok olduğu mânâsına gelmez. Ancak, konuları ve hüküm verme sâhalarının dışında olduğunu gösterir. Bu bakımdan büyü, daha pek çok şey gibi, modern bilimlerin sâhası dışında kalmakta veyâ varlığı yokluğu laboratuar teknikleriyle bugün için îzah ve ispat edilememektedir.
Diğer taraftan büyünün, hemen hemen insanlık târihi kadar eski bir geçmişi vardır. İlk defâ nerede ve nasıl çıktığı bilinmemekle beraber, eski çağlarda çok tanrılı bâtıl dinlere mensup insanlar tarafından, tanrılarla aralarındaki münâsebeti düzenlemek gâyesiyle büyü ismiyle anılan bâzı faaliyetlerin yapıldığı bilinmektedir. İnsanlar, böylelikle çeşitli tanrıların lütuf ve ihsanlarını üzerlerine çektiklerine inanırlardı. Büyüye târih boyunca bâzı insanlar daha başka maksatlarla başvurmuşlardır. Bunlarda insanların zaafları, diğer insanlarla olan münâsebetlerinde sağlamak istedikleri menfaat veya zararlar gâye edinilmiştir.
Semâvî dinler (Hak dinler), büyüyü yasaklamıştır. Bu arada, İslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiş, büyüyü (sihri) de yasaklamış ve çok çirkin bir iş olarak vasıflandırarak, Müslümanların büyü yapmaktan ve yaptırmaktan kesinlikle uzak durmalarını emretmiştir.
İslâm âlimlerinin eserlerinde büyü hakkında kısaca şu bilgiler verilmektedir:
"Allah-u Teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiât kuvvetleri, fizik, kimyâ, biyoloji kânunları denir. Bir iş yapmak, bir şeyi elde etmek için bu işin sebeplerine yapışılır. Meselâ, buğday elde etmek için tarla sürülür, ekilir, biçilir. Buna «âdet-i ilâhî» yâni «Allah-u teâlânın âdeti» denir. İnsanların bütün hareketleri, işleri Allah-u teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Ancak sevdiklerine ve seçtiklerine iyilik, ikrâm olmak için âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratır. Bunlardan, peygamberlerden zuhur edene, mûcize, evliyâdan görülene kerâmet ve sâlih müminde bulunanına firâset denir. Âdet dışı şeyler, Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan ortaya çıkarsa, buna da istidrâc denir. Allah-u Teâlâ, mûcize, kerâmet, firâsetten râzıdır, beğenir. İstidrâc ve sâhiplerinden râzı değildir, onları beğenmez. Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan âdet dışı olarak zuhur eden şeyler onlar için bir ihsân değil, âhiretteki azaplarını arttırıcı bir sebeptir."
Modern fen ilimleri, büyüyü kendi metodları icâbı olarak reddederler. Bu hâl, o ilimlerin sahâsına girmeyen ve metodlarıyla incelenemeyen şeylerin yok olduğu mânâsına gelmez. Ancak, konuları ve hüküm verme sâhalarının dışında olduğunu gösterir. Bu bakımdan büyü, daha pek çok şey gibi, modern bilimlerin sâhası dışında kalmakta veyâ varlığı yokluğu laboratuar teknikleriyle bugün için îzah ve ispat edilememektedir.
Diğer taraftan büyünün, hemen hemen insanlık târihi kadar eski bir geçmişi vardır. İlk defâ nerede ve nasıl çıktığı bilinmemekle beraber, eski çağlarda çok tanrılı bâtıl dinlere mensup insanlar tarafından, tanrılarla aralarındaki münâsebeti düzenlemek gâyesiyle büyü ismiyle anılan bâzı faaliyetlerin yapıldığı bilinmektedir. İnsanlar, böylelikle çeşitli tanrıların lütuf ve ihsanlarını üzerlerine çektiklerine inanırlardı. Büyüye târih boyunca bâzı insanlar daha başka maksatlarla başvurmuşlardır. Bunlarda insanların zaafları, diğer insanlarla olan münâsebetlerinde sağlamak istedikleri menfaat veya zararlar gâye edinilmiştir.
Semâvî dinler (Hak dinler), büyüyü yasaklamıştır. Bu arada, İslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiş, büyüyü (sihri) de yasaklamış ve çok çirkin bir iş olarak vasıflandırarak, Müslümanların büyü yapmaktan ve yaptırmaktan kesinlikle uzak durmalarını emretmiştir.
İslâm âlimlerinin eserlerinde büyü hakkında kısaca şu bilgiler verilmektedir:
"Allah-u Teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiât kuvvetleri, fizik, kimyâ, biyoloji kânunları denir. Bir iş yapmak, bir şeyi elde etmek için bu işin sebeplerine yapışılır. Meselâ, buğday elde etmek için tarla sürülür, ekilir, biçilir. Buna «âdet-i ilâhî» yâni «Allah-u teâlânın âdeti» denir. İnsanların bütün hareketleri, işleri Allah-u teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Ancak sevdiklerine ve seçtiklerine iyilik, ikrâm olmak için âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratır. Bunlardan, peygamberlerden zuhur edene, mûcize, evliyâdan görülene kerâmet ve sâlih müminde bulunanına firâset denir. Âdet dışı şeyler, Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan ortaya çıkarsa, buna da istidrâc denir. Allah-u Teâlâ, mûcize, kerâmet, firâsetten râzıdır, beğenir. İstidrâc ve sâhiplerinden râzı değildir, onları beğenmez. Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan âdet dışı olarak zuhur eden şeyler onlar için bir ihsân değil, âhiretteki azaplarını arttırıcı bir sebeptir."
İşte herkesin bildiği bir sebep olmadan meydana gelen şeylerden bâzıları da büyü (sihir) ismiyle anılır.
Peygamber efendimize de büyü yapılmış ve büyünün tutması netîcesi hasta olmuşlardır. 40 gün sonra Allah-u Teâlâ tarafından "kul-e’ûzü" süreleri indirilerek bunları okuması emredilmiş ve büyü bozulmuştur. İslâm âlimleri buyurmuşlardır ki: "Sihrin tesiri katî değildir. İlâcın tesiri gibi olup, Allah-u Teâlâ isterse tesirini gösterir. Sihir yapan, istediğini elbette yapar diye inanmamalı ve böyle düşünmemelidir. Allah-u Teâlâ, takdir etmişse tesir edebilir diye düşünmelidir."
Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki:
Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın, îmânı gittikten sonra sihri tesir eder.
Cebrâil bana geldi. Kalk, namaz kıl ve duâ et! Bu gece Şâban’ın on beşinci gecesidir, dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri Allah-u Teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez. (Hadis)
Peygamber efendimize de büyü yapılmış ve büyünün tutması netîcesi hasta olmuşlardır. 40 gün sonra Allah-u Teâlâ tarafından "kul-e’ûzü" süreleri indirilerek bunları okuması emredilmiş ve büyü bozulmuştur. İslâm âlimleri buyurmuşlardır ki: "Sihrin tesiri katî değildir. İlâcın tesiri gibi olup, Allah-u Teâlâ isterse tesirini gösterir. Sihir yapan, istediğini elbette yapar diye inanmamalı ve böyle düşünmemelidir. Allah-u Teâlâ, takdir etmişse tesir edebilir diye düşünmelidir."
Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki:
Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın, îmânı gittikten sonra sihri tesir eder.
Cebrâil bana geldi. Kalk, namaz kıl ve duâ et! Bu gece Şâban’ın on beşinci gecesidir, dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri Allah-u Teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez. (Hadis)
Kâhinlik yapan ve kâhine giden ve büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır. (Hadîs-i şerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)
Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın îmânı gittikten sonra, büyüsü tesir eder. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Fâtiha (Elhamdü), Âyet-el-Kürsî ve dört Kul, yedişer kere okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, dertler için, büyü ve nazar (göz değmesi) için iyi gelir. Tuz üzerine okunup, suda eritip içirmek de tecrübe edilmiştir. Dört Kul,Kâfirûn, İhlâs ve Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûreleridir. (Muhammed Osman Sâhib)
Büyü insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizliğe sebep olur. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Kadın ve çocuklara tesiri daha çoktur. Büyünün tesiri kesin değildir. İlâcın tesiri gibi olup, Allah-u Teâlâ isterse tesirini yaratır; istemezse, hiç tesir ettirmez. Büyücü istediğini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder diye inanmamalı, böyle düşünmemelidir. Böyle inanan kimsenin îmânı gider. Büyü, Allah-u Teâlâ takdir etmişse tesir edebilir, demelidir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın îmânı gittikten sonra, büyüsü tesir eder. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Fâtiha (Elhamdü), Âyet-el-Kürsî ve dört Kul, yedişer kere okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, dertler için, büyü ve nazar (göz değmesi) için iyi gelir. Tuz üzerine okunup, suda eritip içirmek de tecrübe edilmiştir. Dört Kul,Kâfirûn, İhlâs ve Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûreleridir. (Muhammed Osman Sâhib)
Büyü insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizliğe sebep olur. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Kadın ve çocuklara tesiri daha çoktur. Büyünün tesiri kesin değildir. İlâcın tesiri gibi olup, Allah-u Teâlâ isterse tesirini yaratır; istemezse, hiç tesir ettirmez. Büyücü istediğini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder diye inanmamalı, böyle düşünmemelidir. Böyle inanan kimsenin îmânı gider. Büyü, Allah-u Teâlâ takdir etmişse tesir edebilir, demelidir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Büyü Kimlere Zarar Veremez ?
Şeytan hiç bir zaman insanların huzur içinde, mutlu bir hayat geçirmelerini istemez. İstediği tek şey vardır; bütün insanları kendisiyle birlikte cehenneme sürüklemek. Bunun için de elindeki bütün imkânları seferber eder. İnsanları kandırmak için her türlü hileye başvurur.
Büyü de; şeytanın bu hilelerinden biridir. Şeytanın insanları bu dünya hayatında mutsuz etmek ve kendisiyle birlikte cehenneme götürmek için kullandığı korkunç bir tuzak. Şeytanın bir ilmi; büyü, sihir ve hüddam…
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de bizlere büyünün var olduğunu ifade ediyor ve Kur’ân-ı Kerim âyetleri gereğince büyünün Allahû Tealâ tarafından kesinlikle yasak edildiğini görüyoruz.
2/BAKARA-102: Vettebeû mâ tetluş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne), ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârute), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur, fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer'i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum, ve le kad alîmû lemeniş terâhu mâ lehu fil âhireti min halâ(halâkın), ve le bi'se mâ şerav bihî enfusehum, lev kânû ya'lemûn(ya’lemûne).
Süleyman'ın mülkü üzerine onlar, şeytanların okuduğu (anlattığı, tilâvet ettiği) şeylere uydular (tâbî oldular). Oysa Süleyman, (sihir yapmadı ve) kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihri öğretmekle kâfir oldular. Babil (şehrin)deki iki melek (olan) Harut ve Marut'a indirilen şeyleri (öğretiyorlardı). Oysa onlar: "Biz (im bilgimiz, sizin için) sadece bir fitne, bir imtihandır. Sakın (sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın." demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. O zamanlar (sihir meraklıları ve onu geçim vasıtası yapanlar) o ikisinden erkek (koca) ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah'ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar veremezlerdi. Zaten onlar kendilerine fayda verecek şeyleri değil, zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun ki; onlar onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan (ve onunla çıkar sağlayan) kimse için ahirette bir nasip olmadığını bilirlerdi. Kendi nefslerini, onunla ne kötü bir şeye sattıklarını onlar keşke biliyor olsalardı
113/FELÂK-1: Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).
De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım."
113/FELÂK-2: Min şerri mâ halak(halaka).
Yarattığı şeylerin şerrinden.
113/FELÂK-3: Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).
2/BAKARA-102: Vettebeû mâ tetluş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne), ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârute), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur, fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer'i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum, ve le kad alîmû lemeniş terâhu mâ lehu fil âhireti min halâ(halâkın), ve le bi'se mâ şerav bihî enfusehum, lev kânû ya'lemûn(ya’lemûne).
Süleyman'ın mülkü üzerine onlar, şeytanların okuduğu (anlattığı, tilâvet ettiği) şeylere uydular (tâbî oldular). Oysa Süleyman, (sihir yapmadı ve) kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihri öğretmekle kâfir oldular. Babil (şehrin)deki iki melek (olan) Harut ve Marut'a indirilen şeyleri (öğretiyorlardı). Oysa onlar: "Biz (im bilgimiz, sizin için) sadece bir fitne, bir imtihandır. Sakın (sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın." demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. O zamanlar (sihir meraklıları ve onu geçim vasıtası yapanlar) o ikisinden erkek (koca) ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah'ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar veremezlerdi. Zaten onlar kendilerine fayda verecek şeyleri değil, zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun ki; onlar onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan (ve onunla çıkar sağlayan) kimse için ahirette bir nasip olmadığını bilirlerdi. Kendi nefslerini, onunla ne kötü bir şeye sattıklarını onlar keşke biliyor olsalardı
113/FELÂK-1: Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).
De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım."
113/FELÂK-2: Min şerri mâ halak(halaka).
Yarattığı şeylerin şerrinden.
113/FELÂK-3: Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).
Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.
113/FELÂK-4: Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).
ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden
113/FELÂK-5: Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).
Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.
Şeytanın ilmini temsil eden büyü, hüddam ve fal okları Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in dönemine kadar da insanlar tarafından en üst boyutta kullanılıyordu.
113/FELÂK-4: Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).
ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden
113/FELÂK-5: Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).
Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.
Şeytanın ilmini temsil eden büyü, hüddam ve fal okları Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in dönemine kadar da insanlar tarafından en üst boyutta kullanılıyordu.
Şeytanın bu ilmi insanlara sadece zarar verir. Şeytanın tesiri altındaki insanlar, şeytandan yardım alarak bu ilmi, başkalarına zarar vermek için kullanırlar. Amaçları onları mutsuz etmektir. Çünkü şeytan onları bu istikamette kumanda eder. Onlar şeytanın da yardımıyla, birbirleriyle iyi anlaşan insanların arasını açmak, evli çiftleri birbirinden ayırmak, insanların hastalanmasını, sıkıntı çekmesini sağlamak gibi birçok kötülüğü yapabilirler. Bugün şeytanın bu ilmi sebebiyle, hayatını inanılmaz işkencelerle geçiren yüzlerce, binlerce insanın var olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki insanlar bu korkunç ilmin onları cehenneme götüreceğinin farkında bile değiller. Şeytanın etkisiyle para karşılığında insanlara büyü yapıyorlar. Bu ilmi kullanarak kendilerine çıkar sağlıyorlar.
7/A’RAF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis:) "Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîm’ine onlara karşı (mani olmak için) oturacağım." dedi.
7/A’RAF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükreden bulmayacaksın.
7/A’RAF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis:) "Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîm’ine onlara karşı (mani olmak için) oturacağım." dedi.
7/A’RAF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükreden bulmayacaksın.
Şeytanın insanları bu dünyada mutsuzluğa, ahrette ise cehenneme götürecek olan bu ilminin yanı sıra bir de Allah’ın ilmi vardır. İnsanları yalnızca mutluluğa, huzura götüren bir ilim. İki yol vardır: Birincisi Allah’ın yolu, ikincisi şeytanın yolu. Ve iki kulluk söz konusudur; Allah’a kul olmak, şeytana kul olmak. İnsanlar ya şeytana kul oluyorlar ya da Allah’a kul oluyorlar.
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fiddîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun)
Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki; irşad (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yol)dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olursa) (Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), artık andolsun ki; o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvetül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMÎ’un ALÎM’dir.
Büyü ile uğraşanlar; şeytanın adımlarına tâbî olarak ona kul olanlardır.
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
36/YASİN-60: E lem a'had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta'buduş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YASİN-61: Ve eni'budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Büyüyü yapmak da, yaptırmak da Allah katında çok büyük suçtur. Büyü yapanların, büyüye ait bilgileri satın alan ve onunla çıkar sağlayan kimselerin ahrette bir nasibi olmadığını belirtiyor Allahû Tealâ. Onlar cehennemin en aşağı katına gidecek olan onlardır.
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fiddîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun)
Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki; irşad (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yol)dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olursa) (Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), artık andolsun ki; o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvetül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMÎ’un ALÎM’dir.
Büyü ile uğraşanlar; şeytanın adımlarına tâbî olarak ona kul olanlardır.
51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.
36/YASİN-60: E lem a'had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta'buduş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YASİN-61: Ve eni'budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Büyüyü yapmak da, yaptırmak da Allah katında çok büyük suçtur. Büyü yapanların, büyüye ait bilgileri satın alan ve onunla çıkar sağlayan kimselerin ahrette bir nasibi olmadığını belirtiyor Allahû Tealâ. Onlar cehennemin en aşağı katına gidecek olan onlardır.
Tedavi Yöntemleri
Türkiye ve İslam Âleminin çeşitli yerlerinde hastaları tedavi etmeye çalışan hocaları üç grupta inceleyebiliriz.
1. Grup: Yıldızname ile tedavi yöntemi
Bu yöntem, hem aklen yanlış hem de İslamî hüküm itibari ile küfre yol açıcıdır.Aklen yanlıştır, çünkü bu kitaba bakan hoca önce hastanın ismi ile annesinin ismini alıp ebced hesabı ile topluyor. Bu rakamı on ikiye bölüp, kalan rakamı yıldıznameden okuyor. Hasta diyelim ki; 1980 yılında hocaya gitmiş ve ona sihir teşhisi konmuş olsun. Aynı hasta 1990 yılında yani on sene sonra yine hocaya gidecek olsa kendi ismi ile anne ismi değişmediğinden teşhis yine aynı olacaktır. Anne ismi Fatma, kendi ismi Ahmet olan çok kişi vardır. Ama bunların aynı hastalığa yakalanacağını kimse söyleyemez.
İslami hükmü küfürdür. Zira yıldızname kitabı çoğu yerinde gelecekten haber veriyor. Daha önce yazdığımız hadis-i şerifi burada tekrar edelim:
"Kim arrafe, sihirbaza, kâhine gider de onun söylediklerini tasdik ederse, Muhammed'e indirileni inkâr etmiştir."
2. Grup: Cinler Vasıtasıyla Tedavi Yöntemi
Bu usul ile teşhis ve tedavi yapanların çoğu cahil kimselerdir. Hatta çoğu Kur'an okumayı bilmez. Bu yol da yanlış ve İslam'ın kabul etmediği bir teşhis ve tedavi yöntemidir."Cinler mahlukatın en çok yalan söyleyenidir." (Hakim)
Hasta tedavisinde Peygamber Efendimiz (s.a.v)'den de, sahabelerden de, Tabiinden de cinlerin bilgilerine müracaat edildiğine dair en ufak bir rivayet yoktur. Bu yola tevassül eden kişilerin çoğu bizzat hastalıklar geçirmiş ve bu hastalıkların sebebi ile cinlerle irtibat kurmuş kimselerdir. Cinci hocalara giden hastalara sorulduğunda, kendilerine sihir veya cinni hastalık teşhisi konduğunu söylerler. Hatta sağlam bir kişi bu hocalara gitse ona da "sende sihir veya cin vardır" derler.
Ben şahsen bu tür dört hocaya gittim. Birisi bana öldürme kastıyla sihir yapıldığını, diğeri ise kısmetimin bağlı olduğunu söyledi. Tabi ikisi de yalan. Böyle bir şeyle karşılaştığınızda bu hastalıkları isnad edenlerden delil isteyin. İsbat etsin. Elbette edemez. "Bazı hocalar sihri tas içinde getirip çıkarıyor ve elinize veriyor." derseniz bu da isbat değildir. Çünkü bunlar bizzat hocanın eli ile hazırlayıp kendisinin göz boyaması sonucu veya bir şeytan vasıtasıyla tastaki suya attırdığı kâğıtlardır. Yeşilköy'de suyun içinde muska çıkartan bir cincinin çıkarttığı beş-altı muskayı gördüm. Muskaları bana getiren hastalar ayrı ayrı şahıslar... Bunların biri Kartal'dan, biri Kasımpaşa'dan diğerleri de hep muhtelif yerlerden gelmiş olmalarına rağmen, getirdikleri muskaların kâğıtları, yazıları ve ebatları hep aynı. Yani hepsi aynı kişi tarafından hazırlanmış, sihir falan değil. Yazılanları okudum hiçbir yerinde sihre dair bir alamet görmedim. Çıkan muskalar o sahtekâr tarafından hazırlanmış olan kağıt parçaları veya sabun gibi şeylerdi.
İsbat için "geçmiş hallerinizden haber veriyor" derseniz. Buhari'de geçen ve Ebu Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilen bir olayı dikkatinize sunarım: Ashabtan bir zat cinlerden hurma çalan bir hırsızı yakalamış ve iki defa acıdığı için serbest bırakmıştır, üçüncü yakalayışında cin ona insanları kendilerinin şerrinden koruyacak birşeyi öğreteceğini vaad ederek serbest kalmış ve o zat'a Ayat-el Kürsi'yi öğretmiştir. Bu durum Allah'ın Rasulü'ne (s.a.v.) anlatıldığında Ayet-el Kürsi hakkında bilginin doğru olduğunu ancak şeytanın yalancı olduğunu söylemiştir.
Bundan anlaşılacağı gibi geçmiş olaylar hakkında doğru bazı şeyler söyleyip itimat kazanır sonra yalan söylerler. Cinlerin konuşmaları arasında doğru ile yanlışı ayırt etmek oldukça güçtür.
Sekiz milyon lirası çalınan birisi bana gelip, paranın bulunması için yardım istedi. Kendisinin başka hocalara gittiğini hocaların da parayı çalan şahsı söylediklerini, paranın hangi gün çalındığını bildiklerini, hatta içlerinden birinin para çalınan evin resmini bile çizdiklerini söyledi. Ben ona parayı çalan şahsa dair bilginin yalan olabileceğini ne kadar söyledimse de ikna edemedim. Sonra ona bir dua verdim. O duayı okudu, beş gün sonra parayı çalan esas kişinin annesinin gelip "parayı benim oğlum çaldı, kimseye haber vermeyin, parayı ödeyeceğiz" dediği haberi geldi. Yani cinci hocaların çalınan paraların meblağı, çalındığı yer ve gün hakkında verdikleri bilgiler doğru, hırsız hakkındaki bilgi yanlıştı.
Bunların hastalıklar ve tedavileri konusunda verdikleri bilgilere de itimat edilmesi mümkün değildir. Zaten bu hoca bozuntularının yüzde doksanının kendileri hastadır. Önce kendilerini tedavi etsinler. Zaten tedavi olunca bir daha cinleri göremeyecek ve halkı da aldatamayacaklardır.
Bir kimse "ben çalınmışı bilirim, cinler bana haber veriyor" derse, kafir olur.
3. Grup: Rukye ile Teşhis ve Tedavi Yöntemleri
İbni Mesud'dan (r.a.) rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) "rukye, temaim ve tivele şirktir" buyuruyor. Önce rukye'nin şirk olma sebebini açıklayalım. Rukye, okuyup üflemek ve üzerinde muska taşımak veya tabağa yazıp suyunu içmek manalarına gelir ki; bu şekli ile taviz adını alır.Hadis-i Şerifte efendimiz (s.a.v.) "Rukye şirktir" (EI-Bezzaziyye) buyurdu. Şirk olma sebebini üç bölümde inceleyebiliriz:
a) Rukye'nin bizatihi tesirine inanmak ki; aşağıdaki hadislerden tesirine inanmanın ne demek olduğu anlaşılıyor.
Zeyd b. Halid el-Cüheni rivayet ediyor:
"Yağmurlu bir gecede sabah namazını kıldırdıktan sonra yüzünü Müslümanlara dönen Efendimiz (s.a.v.) şöyle dediler; "Rabbiniz ne buyurdu bilir misiniz?" "Allah ve onun Rasulü bilir", dediler. "Rabbiniz buyurdu ki 'bazı kullarım kafir bir kısmı da mü'min olarak sabahladılar. Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve keremiyle yağmur yağdı diyenler bana iman etmiş yıldızlara inanmamıştır, ama falan yıldızın çıkması ile onun sayesinde yağmur geldiğini söyleyenler bana inanmamış kâfir olmuş, yıldıza inanmışlardır." (Buhari-Müslim)
İnsan yağmurun yıldız tarafından icad edildiğini, yaratıldığını kasd eder ise, kafir olur. Ancak yağmur Allah (c.c.)'ın iradesi ile O'nun yaratması ile oluyor diye inanırsa kafir olmaz. Her ne maksatla olursa olsun bu tür sözlerden kaçınmak lazımdır. Zira bu sözler gayrimüslimlerin kullandığı sözlerdir.
Abdullah b. Mes'ud'un hanımı Zeynep anlatıyor:
"Abdullah boynumdaki ipliği gördü ve "bu nedir?" dedi. "Okunmuş ipliktir" dedim, onu kopardı ve parçaladı sonra sen Abdullah'ın ailesisin şirke ihtiyacın yoktur. Resulullah (s.a.v.)'den duydum, "Rukye, temaim ve tivele şirktir" buyurdu. Bana niçin böyle yapıyorsun? dediğinde, Gözüm hep ağrır ve akardı, filan yahudiye gider okunurdum, iyileşirdi" dedim. Cevap olarak şöyle dedi;
"Onu şeytan yapıyordu, şeytan ona vuruyor, Yahudi okuyunca şeytan okuma sebebi ile iyileşti sansın diye elini oradan çekiyordu."
Şeytan'ın maksadı Yahudi ve kâhin yada arraf sınıfına giren cincileri meşhur edip, hem kendilerini hem de onlara giden hastaları küfre sokmaktır.
Şu hadis-i şerif muskanın veya rukyenin bizatihi tesirine inanmanın cennete girememe sebeplerinden olduğunun açık delilidir;
Peygamber (s.a.v.); "Ümmetimden yetmişbin kişi hesapsız cennete gider" dedi. Ukaşe (r.a.): "Ya Rasulullah, dua edin ben de onlardan olayım" dedi. Rasulullah dua etti. Sonra bir başkası daha kalkıp "Bana da dua edin ben de onlardan olayım" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) "bu hususta Ukaşe seni geçti" buyurdu ve evine gitti. Ashab-ı Kiram (r.a.) aralarında cennete hesapsız kimlerin gireceğini konuşmaya başladılar. "Dağlama yapmayanlar, muska takmayanlar, uğursuzluğa inanmayanlar ve Allah'a tevekkül edenler" dediler.
Bizatihi ne muska, ne okumak, ne çanağa yazıp suyunu içmek tesir etmez, şifa veren Allah (c.c.)'dır.
b) Manası belli olmayan kelimeler ile rukye yapmak:
İbranice ve Süryanice manası belli olmayan kelimeler ile rukye yapmak caiz değildir. Ashabdan bir kısmı "biz cahiliyye devrinde efsun yapardık, bu durumu Rasulullah'a arz ettik. Rasululah (s.a.v.) okuduğunuz şeyleri okuyun buyurdu. Onlar da okudular, içlerinde küfür ve şirk kelimesi olmayanları kabul etti. Aksi takdirde red etti." diye rivayet etmişlerdir.
Bir muskayı kullanmak için içinde küfür veya haram yazının bulunmadığını bilmek lazımdır. Açtığım çok muskalarda imza denemesi gibi karalamalar vardı. Bu tür sahtekar insanlara ister sihirbaz ister kahin isterse arraf olsun verilen para ittifakla haramdır.
Rukye, arabî lisan ile veya manası bilinen bir lisan ile olmalıdır.
c) Rukye, Ayet-i Kerime Allah (c.c.)'in isimleri veya hadisle gelen Efendimiz (s.a.v.)'ın öğrettiği dualar ile olmalıdır.
Cinlerin isimlerini hastaya yazıp şifa beklemek veya onların isimlerini okuyarak onlardan hastaya şifa vermelerini istemek, ay, güneş, yıldız gibi Allah (c.c.)'ın isimlerinden gayrı ile yapılan rukyeler, işte bunların hepsi yasaklanmıştır. Demirle, tuzla, iplikle ve mührü Süleyman ile rukye yapmak mekruhtur.
Kafir muskanın faydasına inanırsa bile ona ayet-i kerime ve mübarek isimler ile muska yapmak caiz olmaz, haramdır. (Feteva-i Fıkhiye)
Şimdi rukyenin caiz olabilmesi için gereken şartları iyice anladıktan sonra, rukyenin faydasına geçelim.
1. Allah (c.c.)'m isimleri, Ayet-i Kerime, Resulullah (s.a.v.)'dan mervi dualar.
2. Arap lisanı veya manası anlaşılan bir lisan ile yazılanlar.
3. Te'sirinin Allah (c.c.)'dan olup, Allah (c.c.) dilerse te'sir verip, dilerse vermeyeceğine inanmak.
Bu şekilde yapılan rukyeler caizdir. Rukye, Allah (c.c.)'ın izni ile tesir edeceğine inanıp güvenen insana tesir eder. Bu tesiri Allah (c.c.) yaratır ve şifa verir.
Muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmeyen şeylere sarılı olarak cünüp kimsenin taşıması ve helaya girmesinin caiz olduğu Halebi'de yazılıdır. Helaya girmeden dışarıda bırakmak mümkün ise daha iyidir.
İbni Mace'de, Hz. Ali (r.a.)'nin bildirdiği hadiste Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: "ilaçların en iyisi Kuran hastaya okunur ise hastalığı hafifler, eceli gelmiş ise ruhunu teslim etmesi kolay olur.
TEMİME: Manası bilinmeyen veya nazarlık denilen şeyleri taşımaya temime Denir ki; hadis-i şerifte geçtiği gibi bu da şirktir. Nazarlık ve emsali şeylerin bizatihi kendisinin tesirine inanmak şirktir. Her ne kadar, tesir nazar boncuğu veya ona benzer şeylerden beklenilmese de bu tür hallerde uzak olmak en doğru iştir.
TİVELE: Muhabbet hasıl etmek için yapılan şeyler şirktir. Küfür sayılmasının sebebi takdiri ilahinin aksine tesir yapabileceğine inanılmasıdır. Bir kadın kocasına muhabbet için muska yaptırırsa bu haramdır. (F. Hindiyye). Karı-Koca arasında muhabbet için ancak Allah (c.c.)'a aralarında muhabbet yaratması için dua edilmelidir. Aksi takdirde muska gibi şeyler ile sihir yapmak doğru değildir.
Yorumlar
Yorum Gönder